Yıl 2012...
Beklenen gün sonunda geldi çattı. Dünyanın yok olduğu gün. İlk darbeyle insanlığın yaklaşık %98.7'si oldü. Bu, garip bir şekilde kalan insanları birbirine kenetledi. Din, dil, ırk ayrımı olmadan, insanlar birlik oldu ve kaçınılmaz görünen sona karşı savaşmaya karar verdi.
Ben bu dünyada kalan son makine mühendisiyim. Tüm arkadaşlarım ve meslektaşlarım ilk dalgada yok oldular. Ben şanslıydım. Ve şimdi, kalanların son umuduyum. Eğer bir barınak inşa edebilirsek, yeterince sağlam bir şey, bu olay bitene kadar orada kalabilir ve her şey bittikten sonra dünyayı yeniden kurmayı düşünebiliriz. Ve son makine mühendisi olarak, bu planda bana çok önemli bir rol düşüyor.
Barınağın planlarını ben hazırlıyorum. Konstrüksiyon bilgim, darbelere ve sarsılmalara karşı dayanımı yüksek bir yapı tasarlamama izin veriyor, ve kalan insanların tamamı işgücü konusunda destek olacaklar. Ama tek bir sorun var; malzeme seçimi.
Kullanacağım malzemenin, bu afetin savurduğu tüm tehlikelere göğüs gerebilmesi gerekiyor. Lavlar, dev dalgalar, donma, asit yağmurları ve akla hayale sığmayacak cehennemin diplerinden gelmiş daha nice lanet.
Kıyametin daha ne kadar süreceği konusunda net bir fikir yok, ama kalanlardan din alimleri, mistisistler ve komplo teorisyenleri kafa kafaya verip yuvarlak bir rakam sundular: 3 yıl.
Malzemenin üç yıl boyunca dayanımının tolerans değerinin altına düşmemesi gerek -ki afetlerin ne büyüklükte olacağını bilmediğimiz için tolerans değerlerini olabildiğince gevşek tutmalıyım.
Sığınağın bası ve çeki gerilmelerine, çok yüksek ve çok düşük sıcaklıklarda dayanabilmesi gerek. Malzeme henüz elimde olmadığı ve deney olanaklarına da sahip olmadığımız için; tahribatlı ve tahribatsız muayeneleri, çekme ve çentik testlerini, sürünme ve yorulma deneylerini hep teorik olarak yapmak zorundayım. Bakabileceğim kitaplarım, arayıp fikir danışacak arkadaşlarım, deney yapacak bir atölyem yok. Ve bunlar yetmezmiş gibi, işe koyulmak için zamanımız kısıtlı ve bu malzeme testlerini kırk dakika içinde bitirmeliyim.
--
Ben düşüncelere dalmışken zamanım geçiyor, işi teslim etmem için verilen süre azalıyor. Etrafıma bakıyorum, başka mühendisler kendi kağıtlarıyla harıl harıl meşguller. Hepimizin başındaki adam da aramızda dolaşıp işlerimize göz gezdiriyor. On beş dakika sonra bitse de bitmese de kağıtlarımızı toplayacak. Eğer biraz insaflıysa beş dakika daha tanır, ama daha fazla değil. Zamanımız yok.
Bakışlarımı tekrar kağıdıma döndürdüğümde dönen düşüncelerle dolu aklımın aksine kağıdımın bomboş, önümde uzandığını görüyorum. Süre azalıyor. Tik, tak. Dünyanın, insanlığın kaderi buna bağlı. Ama bu kadar zor şartlar altında, böyle sınırlamalar içinde, tek bir çizik bile atabileceğimi sanmıyorum. En azından normal bir çalışmada olabileceği gibi kaynak kitaplarıma ulaşabilmeyi diliyorum, ama nafile. Süre ilerlemeye devam ediyor, ben de umutsuzca bir şeyler hatırlayabilmek için kağıdımdaki sorulara tekrar göz atıyorum. Boşuna olduğunu bile bile.
Zil çalıyor. Proje teslimini bildiren ses bu. Zilin kafamın içinde yankılanan sesiyle içinde olduğum rüyadan yavaş yavaş uyanıp gerçek dünyaya dönüyorum. Gerçeğin nasıl bir şey olduğunu anlatmayacağım, hayalden pek de farklı değil. Ama sonuç olarak dünya yıkıldı ve bunun sorumlusu da benim. Ve bu karneme koca bir F olarak işlenecek...
"Kıyametin daha ne kadar süreceği konusunda net bir fikir yok, ama kalanlardan din alimleri, mistisistler ve komplo teorisyenleri kafa kafaya verip yuvarlak bir rakam sundular: 3 yıl."
ReplyDeleteBu toplantının hikayesini de yazsana bi ara. Pek şenlikli gözüktü burdan :D
:D Aslında denemeye değer. Bunların hepsinin ortak bir fikirde buluşması bile yeterince eğlenceli, düşün işte kıyamet ne kadar gerçek. =P (Veya belki biri bir tarih öne sürdü, diğerleri de yalancı çıkmamak için düşünmeden olayladı?)
ReplyDelete